Hogwarts'taki ilk gününde Hebe bahtsız geçmişinin izlerini silmek istiyordu.
Ailesinin intikamın alıcaktı elbet ancak herşeyin bir zamanı vardı .
Yinede geçmiş onu bırakmayacaktı ,her an ensesinde olacaktı ve tabi düşmanlarıda.
Komşusu Bay Osbourne'ye göre hepsini atlatabilecek kadar güçlüydü lakin o asla isimlerini aldığı yunan tanrıları kadar güçlü olabileceğinden emin olamıyordu.
Ama başarmak zorundaydı anne ve babasını kaybetmesinden sonra yoldaşlığın korumasında sürdürdüğü hayatı dışında bir güvencesi olmasada...
Hala peşinde olmaları onu incitmiyor,üzmüyordu.Aksine o bundan büyük bir haz duyuyor ailesini öldürenlerle yüzleşme isteği içini günden güne kemiriyordu adeta .
Hayatı boyunca bir kez yoldaşlığın sözünden çıkmış ve ailesiyle yaşadığı ve atalarının en yegane yadigarı olan evinden ayrılıp yoldaşlıkça güvenliği sağlanmış köşke yerleşmemiştir.
Çocukluğundan beri Bay Ousbourne gibi bir ustadan eğitim almış ve kendini savunabilmişti.
Şimdi ise ailesini yetişrildiği okula kabul edilmişti ve artık kabuğundan çıkma vakti gelmişti onun için.
Okulun kapısından girdiği ilk andan itibaren bir güven ve güç sarmalamıştı onu adeta...
Nesiller boyunca en büyük büyücülere ev sahipliği yapan bu okul tarihi dokusuyla onu kendine çekiyordu.
Burada ufak bir gezintinin iyi olabileceğine karar vererek okulu keşfe başladı.
Anne ve babasının fotoğraflarındaki gibi büyüleyici bir seyahate başlamış oldu böylece..
Karşısında bir ayna duruyordu. Hebe ona bakınca açık kumral saçlarını uzun ve ince bedenini buz griyi gözlerini ve soluk tenini görmeyeceğini biliyordu .
Yavaşça aynanın 13.yy'dan kalma işlemelerine dokundu ve ellerini aslan işlemerinde gezdirdi.
Gözlerini bir an olsun aynanın altın çervesinden ayırmadı çünkü aynaya bakarsa onu bekleyen şeye karşı hazır değildi.
Önceliklerini belirlemek için hep kalbini kullanan Hebe için göreceklerini tahmin etmek pek de zor değildi aslında...